BAKIRÇAY ADININ KÖKENLERİ
Çok eski zamanlarda Bakırçay
ırmağına Caicos,bölgemize de Caicos Vadisi deniliyordu,fakat Caicos isminin Bakırçay’a verilmezden
önceki zamanlarda Bakırçay’ın asıl adı AXİUS olarak geçmekteydi.Bu isim Küçük Asya olarak nitelendirilen,Anadolu’nun
batısında kalan ve Mysia denilen bölgedeki Bakırçay ırmağının kenarında kurulmuş
olan Astryra,Gambrion ve Pergamon’dan gelmektedir.
Bir Grek efsanesine göre;bir zamanlar birbirlerinden
hiç ayrılmayan birbirlerine kardeş gibi yakın iki genç arkadaş vardır.Bu iki genç arkadaştan
bir tanesi soğuk bir kış günü avlanmaya çıkar,güzel bir hayvanın peşinden koşarken Bakırçay
ırmağının kenarına kadar gelir ve tam hayvanı avlayacağı sırada ayağı
kayar dereye düşer.Derenin azgın ve derin suları genç delikanlıyı alıp götürür.Bu olayı
duyan ve o gün ayrı oldukları için ona yardım edemeyen arkadaşı bir süre sonra üzüntüsünden kendisini
Bakırçay’ın azgın sularına bırakır ve o da ölür,ölen gencin adı AXİUS’tur.Bu
olaydan sonra Bakırçay’a uzun bir süre Axius ırmağı denilmiştir.Thracian döneminde ise bu dereye
Cauci veya Chauci denilmeye başlanıp bu isim daha sonraları Caicos olarak ağızlarda değişip
helenceye uyarlanarak söylenmiştir.Şimdilerde ise Bakırçay, Kırkağaç civarında bulunan Bakırköy
yanında kaynak bulmasından dolayı bu adı almaktadır.Soma termik santralinin faaliyete geçmesinden
sonra madenden çıkarılan kömürün de yıkanması sonucu Bakırçay’ın suyu iyice bulanıklaşıp
siyah renge dönüşmüştür
Yaylaköy Kınık’a
en uzak köylerden birisidir.İçinde barındırdığı antik yerleşim alanı 350 metre yükseltide
sarp bir kalededir.Kalenin surları günümüze kadar ulaşamamasına karşın temelleri hala belirgin olarak
durmaktadır.Kalenin bulunduğu tepenin yamacındaki tarlalar gezildiğinde bol miktarda seramik,cam parçalarına
rastlamak mümkündür.Yine aynı yerde antik mezar taşları,tuğla mezar kapakları,toprak küpler karşımıza
çıkar.Bölge hayvancılık ve üzüm yetiştiriciliğine uygun olduğundan dolayı antik dönemde
burada şarap üretimi yapılması olası bir durumdur.Köy içinde incelediğimiz bir kitabede DEMETRİOS
isimli bir soyludan tapınak yapımı ile ilgili olarak bahsedilmektedir.Demetrios isminin önünde bulunan KNAİKA
kelimesi Kınık adını irdelemekte ve bize Kınık adının kökenleri üzerine önemli bir
ipucu teşkil etmektedir.
KARADERE KÖYÜ (MAMURT KALE-KİBELE)
Kınık tarihi
üzerine yapılacak her araştırmada Karadere köyünün önemi vardır.Yund Dağının en tüksek
noktası olarak görülen 1084 metre yükseltide,bu gün Mamurt tepe diye bilinen yerde Kınık Tarihi başlamaktadır.Bu
bölgede Cilalı Taş Döneminden kalma yeşil (Nefrit ) taştan yapılmış bir balta bulunmuştur.Gümüşova
seramikleri Truva 1 ve Truva 2 kültürlerine benzemesi dikkat çekicidir.Karadere Mamurt Kalede aralarına çamur konarak
yapılmış taş temeller Kalkolotik ve Bakırçağ kültürüne örnek olarak gösterilmektedir.Aynı
özellikleri taşıyan bina temelleri Yayla köy,Kınık ve Kocaömer köyü arasında kalan küçük tepede izleri
görülmektedir.Bugün Mamurt Kale olarak bilinen yerde sur duvarları yıkıntıları arasında dorukta
Kibele Tapınağı kalıntıları bulunmaktadır.Büyük kesme granit parçalar,büyük gövdeli sütunlar,sütun
ayakları alınlık parçaları yıkıntı halinde durmaktadır.Mermer olan birçok parça çevredeki
köylerde yaşayan kişiler tarafından binaların temelleri için yerlerinden alınıp götürülmüştür.Diğer
parçalar çok ağır olmaları nedeniyle bulundukları yerlerde korunmuştur.Bölgeye ulaşımın
zor olması parçaların yerinde kalmasını sağlamıştır buna rağmen birçok parça
eksik ve kayıptır Strabon,Coğrafya adlı eserinde bölgeye Aspordene adını vermektedir.Ana tanrıça
tapkısının bulunduğu dağ diye Yund dağının en yüksek noktasını Mamurt Kale’deki
Kibele Tapınağını işaret etmektedir.Karadere Mamurt
Tepe’deki Kibele Tapınağı Yunt dağının zirvesinde doğal korumada üzeri kayalık
ve çevresi meşe ormanlarıyla kaplı bir alandadır Tapınak granit taşından dorik sütunlu
ve büyük kesme kütle taşlardan harçsız olarak yapıldığı anlaşılmaktadır.Mamurt
Kibele Tapınağı M.S. 17 depreminde yıkıldığı sanılmaktadır.
M.S. 17 Yılında çok büyük,şiddetli ve çok geniş bir alanı etkileyen bir deprem olmuştur.
Tacitus’a göre deprem gece oldu. Ön-Asya’daki 12 önemli şehir
yıkıldı. Açıklığa çıkarak kaçmaya çalışanlar derin yarıklar tarafından
yutulmuşlar. Büyük dağların battığı, evvelki ovaların yukarıya yükseldiği, ve
yangınların yağmurlar arasından birden alevlendiği söylenir. Felaket en çok Sart’ı etkilemiştir.
Bu yüzden imparator (Tiberius) on milyon sesterne (eski Roma parası)vermiş ve beş yıl boyunca Sart’ı
milli ve imparatorluk hazinesi ödemelerinden muaf kılmıştır. Sipylus’un Manisa’sı (Magnesia)
kayıp ve tazminat açısından ikinci sırada kalmıştır. Temnus( Menemen, Görece Köyü civarı),
Alaşehir (Philadelphia), Aegae, Apollonidea (Akhisar Palamut bucağı civarı), Mostene, Hyrcania,
Hierocaesarea, Myrina (Limni), Cyme, Tmolus(Bozdağlar civarı) için de aynı dönemde vergiden muaf tutulmaları
kararlaştırılmış, ve durumu yerinde değerlendirmek ve yardımla donatmak için senatodan
bir komisyon gönderilmiştir. Ayrıca Strabon da Magnesia’daki (Manisa) Sardeis’teki (Salihli) ve diğer
önemli şehirlerdeki yıkımlardan bahseder. Bithynian’lı şair Bianor Sardeis’in toprakta
oluşan çok büyük bir yarık tarafından oluşan derin bir çatlağın içine saplandığını
yazmıştır; ve Pliny sadece bir gecede on iki Asya şehrinin harap olmasından dolayı Tiberius’un
imparatorluğu zamanındaki insanlığın hatırasındaki en büyük depremin bu deprem olduğunu
söylemiştir. Tiberius tarafından desteklenen şehirler M.S. 30’da onun bir heykelini diktiler. Bu heykelin
tabanı 1693’te Pozzuloli tarafından bulunmuştur. Tabanın dört tarafında 12 şehrin depremden
yıkılmasının hicvinin yanı sıra iki şehrin daha (Efes ve Cibyra) tasviri bulunmuştur.
Bu iki şehrin kısmen yıkıma uğradığı veya M.S. 23’teki depremde hasar gördüğü
tahmin edilmektedir.
Mamurt Kaledeki Kibele Tapınağı bereket tanrıçası Kibele adına yapılmıştır.Bu
tapınağı korumakla görevli olanlar kadınlardı,bu kadınlara Amazon deniliyordu. Kybele kutsal
mekanları, genelde dağlarda inşa edilmiş ve Tanrıça'nın, tatlısu kaynaklarının
yakınındaki çıplak yarlarda ikamet ettiğine inanılmıştır.
Kybele'nin, anneleri ve çocukları, hastalıklardan koruduğuna
inanılmaktadır.
Burada
yaşayan Luwi Kavimi insanları savaşçı bir halktı,kavimdeki bireylerin sayısı arttıkça
bu yerden ayrılma zorunluluğu doğdu.O zamanlarda Bakırçay ovası deniz altında olduğu için
kavim gemilerle Ege’den açılıp Akdeniz’e bugünkü İtalya’ya ulaştılar ve orada Roma
İmparatorluğunun temelini attılar,yıllarca sonra tekrar Anadolu’ya ulaşan Luwi kaviminden olan
Romalılar Karadere köyünün olduğu bu yere Tanrılara şükranlarını sunmak için bu kybele tapınağını
yaptılar.Efsane veya söylencede olsa burada yaşayan eski halklara böyle bir şeyin atfedilmesi güzel bir olaydır.Medeniyetin
doğduğu yer olarak kabul edilen Anadolu bu ve buna benzer bir çok efsane ve söylencelerle doludur.
Luwi Dili günümüzde kullandığımız dille örtüşmektedir.Dil yaklaşımlarından
dolayı Luwi dilindeki kelimelerle bu gün kullandığımız kelimeler arasındaki benzerlik nedeniyle
örnekler verme gerekliliği duyuyoruz.Luwi dili yaklaşık olarak 3500 yıl önce kullanılıyordu.
ANNİ :anne
ARİ-ARA :ara-mesafe (arayı kapatmak)
GASİ :gezi
MANA : anlam-söylemek
PARTA :parça
PATİ :ayak-patik (ayağa giyilen kalın örme çorap ) buradan ad bulur.
KHARADRA :karadere
Gambrion
döneminde ise Kınık’ın merkezi günümüzde Bodrumbaşı mahallesinin üst tarafında bulunan
Kuşkaya mevkiindeydi.Yerleşim yeri hem ovaya hakim hem de güvenliydi.Osmanlı
Döneminde de yerleşim özellikle bu alana kurulmuştu,zaman içerisindeki nüfus artışı Kınık’taki
yerleşimi ovaya doğru kaydırmıştır.Perslilerin kurduğu Satraplık’tan sonra M.Ö.334
yılında Büyük İskender’in bu bölgeye gelmesi ve Helenistik dönemin başlamasıyla Kınık
yerleşim açısından önemli gelişmeler sağladı.Bergama Krallığının Kınık’ın
gelişmesi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir.Kınık Karadere Köyündeki görkemli Kybele (Sibel
Tapınağı) Tapınağının yapımını Bergama Kralı Philetairos’a (M.Ö.281-263)
borçludur.Bergama Heykel Okulunda yetişen bir çok genç sanatçının Kınık’ta yaptığı
eserler günümüze kadar ulaşamasa da bölgemize önemli katkıları olmuştur.Günümüzde bir tanesi ayakta kalan
Hasar bölgesindeki su kemeri yine o dönemlerde yapılmıştır.Kınık’ın Palea-Gambrion’u
içinde barındırdığını söylemek yanlış olmaz.Gambrion kenti her ne kadar Poyracık’ın
üstündeki tepelerde kurulmuş olsa da daha sonra genişleyerek bu günkü futbol sahası ve yeni kurulan sanayi
sitesini de içine alacak şekilde yayılma göstermiştir.
Gambrion
kenti sırtını yasladığı Yunt dağlarından elde edilen kömür ve demir madenleri sayesinde
maden işçiliğini geliştirmişti.Bu gün Yayla köy olarak bildiğimiz yer civarından kömür,Kocaömer
köyü civarından gümüş çıkarılıyordu.Madenleri iyi bir şekilde değerlendiren Gambrion’lular
ürettikleri ürünleri dışarıya pazarlıyorlardı.Gambrion da altın işçiliği de ileri
bir düzeye gitmişti,altın madeninin Kalarga (Bergama-Dikili yol çatısındaki tepe) veya daha yakın
bir altın madeninden elde edildiği bir gerçektir.Bu madenler önceleri Lydia krallığı tarafından
işletiliyordu.Perslilerin bölgeyi işgal etmesinden sonra madenler Perslilerin eline geçmiştir.Persliler uzunca
bir süre bu bölgede kalmışlar ve bir satraplık kurmuşlardır.Eratrai (çeşme) tiranı Gonglyus
Pers kralının soyundan bir kadınla evlenince Gambrion ve Palae-Gambrion Gonglyus’a damatlık hediyesi
olarak verildi.Bu olaydan sonra Gambrion damat yeri olarak isim değiştirdi.Gambrion’un asıl adı
Cambre veya Kandaura idi.Perslilerin güdümünden kurtulmak için Gambrion halkı daha sonraları Spartalıların
safına geçmişlerdir.Gambrion şehri ilk elektron sikkeleri (altın-gümüş karışımı
madeni para) M.Ö. 400 yıllarında basmışlardır.İlk basılan elektron sikkeler Gambrion’un
zenginliğini ve maden işçiliğindeki ilerlemenin boyutlarını bize göstermesi açısından önemlidir.Daha
sonraları gümüş,bronz ve bakır sikke basımına gidilmiştir.Gambrion zenginliğini sadece
ticaretle sağlamıyordu.Bölgenin toprakları dünyanın en verimli ovalarından birisi olan Bakırçay
havzasının içindeydi.
BEŞİKTAŞ TEPESİ
Beşiktaş tepesi Kınık’ı en yüksek
noktadan gören ve tarihi izleriyle bizlere geçmişten önemli ipuçları bırakma özelliğiyle önemli bir yere
sahiptir.Beşiktaş Tepesi ismini tepenin bebek beşiğine benzetilmesi nedeniyle almıştır.Beşiktaş
Tepesi üzerinde bulunan iki mağara nedeni ile bir çok hikaye ve söylenceye konu olmuştur.Beşiktaş tepesinin
kuzey cephesi Kınık’a ve ovaya güney cephesi ise Yunt dağlarına ve geniş otlak alanlarına
bakmaktadır.Günümüzde özellikle küçükbaş hayvanlardan olan keçi sürüleri Beşiktaş tepesinin güneye bakan
cephesinde geniş otlak alanlarından faydalanmaktadır.Beşiktaş tepesinin Kınık’a bakan
tarafı oldukça sarp ve dik kayalıklara sahiptir,bu durum tepeye doğal bir koruma sağlamaktadır.Tepenin
güney tarafında ise Doğu-Batı uzantılı ve tepeyi tamamen koruyacak şekilde sur duvarlarıyla
çevrilmiştir.Tepenin bu kadar korunaklı hale getirilmesi bu yerin önemini ortaya koymaktadır.Beşiktaş
tepesinden Bergama ve tüm Bakırçay ovası rahatça gözlemlenebilmektedir. Tepenin çok eski yerleşim yerlerinden
birisi olduğu kesindir.Bölgeden ele geçen sikke,seramik parçaları ve diğer objelerden anlaşıldığı
kadarıyla Gambrion,Bergama Krallığı,Roma ve Bizans dönemlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır.Beşiktaş
Tepesi de yağmalanmadan nasibini almıştır,Altın bulma umuduyla insanlar tepede bulunan bina temellerini
altüst etmişlerdir.Bu talan hala devam etmektedir.Tepedeki surların ne zaman yıkıldığı
tam olarak bilinmiyor,büyük bir olasılıkla büyük bir depremde zarar görmüş ve tekrar onarılamamıştı.Tepenin
korunaklı hale getirilmesi büyük ihtimalle Pers saldırılarından kaçan ve kendilerini korumaya çalışan
Yunan kolonilerinde yaşayan insanların emeğinin eseridir.M.Ö. 7.Yüzyılda Yunan kolonileri buralarda küçük
yerleşim bölgeleri oluşturmuşlardı.M.Ö. 5.Yüzyılda İran kökenli Pers kralı 1.Dara zamanında
bu bölgeye önemli akınlar düzenlendi,sömürgeci ve köleci bir yapıya sahip olan Pers baskısından kendilerini
korumaya çalışan insanlar Beşiktaş tepesi gibi dağlık alanlarda savunma noktaları oluşturdular.Ne
var ki bu savunma noktaları kısa bir süre sonra Persliler tarafından kırıldı ve bölge tamamen
Pers hakimiyetine girdi.Zaman zaman ayaklanan ve bağımsızlıkları için mücadele veren bölge halkı
İskender’in bölgeyi Perslilerden temizlemesine kadar geçen 200 yıllık bir süre içerisinde büyük baskılar
altında ezilmişlerdi.
Beşiktaş Tepesinde bulunan iki mağaradan bir tanesi
doğal diğeri de insan yapımıdır.Tepenin üzerinde bulunan mağara insan yapımı olup
şu an göçük durumdadır.Girişi kapalı olan bu mağaranın suçluları hapsetmek için veya erzakların
saklandığı yer olarak kullanılması olası bir durumdur.Bunun yanında bu mağaranın
Bergama kalesine kadar ulaştığı sadece bir hikayeden ibarettir ve gerçeklikle bir ilişkisi yoktur.
Gürcan İMERT
BAKIRÇAY OVASININ TARİHİ
Pelasgların Kültürleri ve Dilleri
Yazdıklarıyla bir çok kimsenin kafasını karıştıran
Herodot, Pelasglar hakkında onlara hem Helen diyor hem de dilleri Yunanca değildi diyor. Antik çağda Heradot’a
göre iki önemli güç vardı. Biri Lakedoma diğeri Pelasglardı. Pelasglar ayrı bir dil konuşuyorlardı.
"Pelasg dilinin Yunanca olmadığını, Pelasgların ilişkisinin kurulduğu yerler Peleponez
sahilleri, Dodona ile Limni, Semadirek ve bir bütün olarak doğu Ege idi." (28) Bütün buralarda konuşulan dillerin
hemen hiç biri Helence değildi. Anadolu’da ki halkların dilleriydi. Yunanistan’ın çok büyük bir
bölümünün nüfusu Pelasglardan meydana geliyordu. Pelasglar kendilerini dilleri ve inançlarıyla ifade ediyorlardı.
Uzun yıllar sonra Helenlerce ilk asimile edilenler Pelasglar oldular. Herodot Pelasgların nüfuslarının
artışını Akad ve Danaos istilasından sonra olduğunu da söylüyor.
Pelasglar baslangıçta Tanrılara inançsızlardı.
Onlara Tanrı inançlarını Mısırdaki Danaos kızları ögretmişlerdi biçiminde yaklaşımlarda
vardır. Ayrıca Pelasglar Fenikelilerden yazıyı ve alfabeyi de ögrendiler. Bu konuda Diodoros; "Kadmos’un
Pelasglara Fenike harflerini öğrettiğini" (29) yazmaktadır. Herodot Pelasgların kralı Kekropusla
ilgili olarak da onlara Kekropitler adının verildiğini yazmaktadır. "Yunanistan denilen ülke Pelasgların
elinde iken Atinalılar da Pelasglardandılar. Kral Kekropus zamanında Kekropitler adını almışlardı.
Erekhtheus iktidara geldiği zaman adları Atinalılar olarak değişmişti." (30) Demek ki Pelasglar
bu tarihten sonra asimile edilmişlerdi. Yunanlılaştırıldıkları fikri Aiskhylos ve Euripidyes’in
Herodot Tarihiyle zamandaş olduğu ortaya çıkıyor. Aiskhylos, Pelasgları Helenlerle özdeş saymaktadır.
Strabo: "M.Ö.1. ve M.S. 1. yy’larda Pelasglar hakkında ki kaynakların bir çoğunu derleyerek, bunların
Boiotia’dan Attikaya yapılan bir Pelasg göçü hakkında ayrıntılı bir öyküyü eklemektedir. Pavsamas,
M.S. 2.yy’da Atina, Korint, Argos, Lakonya’dan geldikleri farz ediliyorsa da, Messeniadaki Pelasglardan söz etmiştir.
Pelasglar ile Arkadyalılar arasındaki ilişkiye vurgu yapmıştır."(31) Strabo’nun sözünü
ettiği Boitia karşımıza Eubiota olarakta çıkıyor. Georges Thomson, Tarih Öncesi Ege adlı
çalışmasının II. cildinde; Euaboia’da Abantlar oturuyordu. Abantlar bu adaya eski bir Argos Kralı
önderliğinde yerleşmişlerdi. Adanın anlamı çok daha ilginç: Güzel Öküz Adası. Bu ad yalnızca
Io’yu akla getirmekle kalmıyor aynı zamanda Argos Heraion’unda Euoboia adlı bir dağın
dibinde kurulduğunu ve Hera’nın dadısından dolayı bu ismi almış olabileceğini
yazıyor.
Hera yontusunun da Argos’tan getirilmiş olduğu
kaynaklardan karşımıza çıkmaktadır. Samoslular bu olayı kabul etmeyip Hera’nın kendilerine
ait olduğunu savunmakta iseler de, Hera tapını mı da Artemis’in devamıdır. Pelasgların
yaşadığı Khios Adasındaki gibi Artemis Kaukasis’ıydı. Yani Kafkas Artemisi idi. Pelasglar
Arkaidyalıların ataları sayılıyordu. Ve onların mesş palamudu yediklerine rastlıyoruz.
M.Ö.6. yy’da Sisamlı bir ozan olan Asios’un Pelasglar hakkındaki şu ünlü sözü çarpıcıdır:
Ve kara toprak Tanrıya eşdeğer Pelasgları yarattı.
Yine Kaukasis ile ilgili olarak Strabon Coğrafya adlı
yapıtında sık söz etmektedir. Batı Anadolu'yu gezen Strabon, Edremit’ten, Çandarlı ve Dikili’ye
kadar olan bölümleri ele alıp anlatır ve Dikilinin karşısında yer alan Midilli ile ilgilide çok ilginç
fikirler ileri sürer. Bir sefer Batı Ege'de Çandarlı körfezine akan günümüz Bakırçay ırmağının
adının o dönemlerdeki tanımlamasını Kaikos ırmağı olarak anlatır. Hatta bu Irmağın
adı KAİKOS olmadan önce ASTROS ırmağı olduğunu yazar. ASTROS ırmağının bir
de KAUKASİS söylencesi vardır:
Çok eskiden Bakırçay ırmağına ASTROS deniliyordu.
Denizler ve okyanuslar tanrısı POSEDİON'un bir oğlu vardı. Adı ASTROS'tu. POSİEDİON,
ASTROS'a tanrılık alanları olarak Bakırçay ırmağını vermişti. ASTROS, bir gün
kendi adını verdi bu ırmağa. Oldukça hor kullandı ırmağı. Çamurlarını, bataklarını,
sularını, sellerini halkın üzerine gönderdi. Halkı korkuttu. Yıldırdı onları kötülüklerinden.
Azgın ASTROS çayı, bütün bu zararların yanında bir de her yıl bir can aldı. Boğulanların
tanrıya kurban olmaları karşısında kimse güvenli olmayan ASTORS çayının adını
duymak istemiyordu. Gün geldi ki halk, semtine uğramaz oldu ASTROS çayının ve adını sildiler uzun
yıllar hafızalardan.
Ancak yazgı derler ağ örmeye başladı ASTROS.
Bu günkü Bergama (Pergamos) ile Dikili (ATERNEUS) arasında TEUTHRANİA tiranı oturuyordu .Bu tiranın memleketinde
EMEİS ve KİRİOS adlı karı-kocadan olma soylu ve yiğit bir delikanlı yaşıyordu.
Bu soylu delikanlının adı KAİKOS'tu. KAİKOS bir gün MİSYA (Aliağa - Çandarlı yöresi
) krallarından birinin oğluyla, PİNDASOS (Madra) dağında geyik avına çıktı. Ormanda
gezdi, koştu ve bir geyiğin peşine düştü iki arkadaş. Geyik'i birbirlerinin üzerine sürdü ve kıskaca
aldılar. Geyik ok menzili içine girdiğinde bir an durakladı. KAİKOS yayını gerdi, nişan
aldı ve attı oku, anında sıçrayıp kaçtı geyik. Çalıları delip geçen ok karşıda
duran KAİKOS'un arkadaşına saplandı.
Kırdı yayını KAİKOS. Çözdü saçlarını
ağladı. Kollarına aldığı arkadaşının cesedini KALARGA'ya (Kalarga Lidya dilinde
ışıldayan su. Kuzey Ege'ye verilen ad.) bıraktı. Olayın etkisiyle ASTROS ırmağının
kıyısındaki kayalara çıktı. KAİKOS çaresizlik içerisinde acı acı inledi ve ırmağın
azgın sularına bıraktı kendini. Boz bulanık sularda bir ağacın köküne takılıp
kaldı.
Nice sonra cesedi bulundu. Herkes ağzına geleni söyledi
ASTROS'a. Bunu duyan Pergamalı, Pitaneli, Aternalı halk can alıcı ırmağa artık ASTROS demedi.
Ve o günden sonra ASTROS ırmağının adını KAİKOS olarak dillendirdiler. Dünkü KAİKOS
akar durur Kuzey Ege'ye bugünkü Bakırçay ırmağı olarak.
KAİKOS ırmağı pek çok kaynakta pek çok söylenceye
konu olmuştur. TELEPHOS söylencesinde de KAİKOS ismi sıklıkla geçmektedir. O yörede yaşayanlar Pelasglardılar.
Pelasgların Batı Anadolu'da yaşadıkları bölgeye ASSUVA adı verilmişti. Assuva, İşsuva
ya da Aşuwan ismi Doğu Anadolu'da Dersim (Tunceli'de) de karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel
olarak M.Ö. 1000-3000 'li yıllarda Dersimin ismi de AŞUWA veya AŞUVAN'dı. Anadolu'da Luviler, Lelegler,
Pelasglar yaşıyorlardı. M:Ö 1150'lerde Anadolu'ya yönelen Dor saldırıları zamanında Batı
Anadolu'da yoğun olarak Pelasglar yaşıyorlardı. Dikili (Aterneus), Çandarlı ( Pitane) Aliağa
(Misya) Larissa (Menemen Buruncuk Köyü) Bergama (Pergamos) ta Pelaasg kültürü kalıcı izler bırakmıştı.
Buralara damgasını vuranlar Pelasglardılar. Luviler ise merkezi devlet yapıları kuramadıkları
için buralarda etkili olmasına rağmen kültürel izler bırakamadılar. M.Ö. 2000-3000'lerde buranın
tarihteki adı ASSUVA idi. Aynı yıllar Hitit egemenliği buralara dayandı. Batı Ege'de Çandarlı,
Aliağa, Dikili, Edremit ve Çanakkale’deki Hisartepe'ye kadar olan bölge ASSUVA egemenliği altındaydı.
Hititlere şeklen bağlı olan coğrafyada ASSUVA özerk bir konfederasyon halinde kendi kendini yönetiyordu.
Bu konfederasyon altında Hitit egemenliğini şeklen kabul eden ASSUVA, Hititlerin etkisi altına girmedi.
O zamanlar Güney Ege'de yaşayan Akhalılarıda topraklarına sokmadılar Assuvalılar. Bu coğrafya
yaklaşık beş yüz yıl Assuvaslıların yurdu olarak kaldı. Özerk bir konfederasyon olan Assuvalıların
kendi aralarında merkezi yapıları zayıftı. Yinede Hititlerin karşısında bağımsızlık
arayışlarını sürdürdüler. Bu sebeple Assuva Batı Ege'de toplam 22 kenti Hititlere karşı
ayaklandırdı. Buna rağmen yinede Hititler'in karşısında yenildiler. Hitit Kralı IV. Tuthaly'a,
başkaldırıları yöneten Assuva kıralı DSUM-DLAMA'nın oğlu KUKKULİS damadı
MALAZİTS'i yendi. Tutsak aldı Hititlerin başkenti Hattuşsaya götürdü. Daha sonra Hitit Kralı Assuva
Kralı KUKKULİS'i afetti. KUKKULİS yeniden Assuva'ya Kral olarak döndü. Uzun yıllar egemenlik süren ASSUVA
sonradan gelen saldırılarla yıkıldı. Ve coğrafya M.Ö. 1200'lerde pek çok göç aldı. Pek
çok akınlara uğradı. Bu akınlar sonunda ASSUVA yakılıp yıkıldı. Assuvanın
kültürü de geriledi. Bu akınlardan yılan ASSUVA halkı batıya Yunanistan'a Atina'ya göç başlattı.
ASSUVA krallığı içerisinde yaşayan Pelasglar bu sıralar Atina’ya göç ettiler.
Batı Ege halkları Pelasglar Assuva'nın halklarındandılar.
Bölgeye yayılan Aiol, İon ve Dor istilaları karşısında gerilediler. Ve ilk Helenleşmede
bu sıralar başlamıştı. Assuva'nın coğrafyasında hızla otuzun üzerinde yeni kent
kuruldu. M.Ö. 1150'lerdeki Dor saldırılarından sonra Agememnonun oğlu Orestes’in elindeki ve Assuva
coğrafyasının etrafındaki kentler gerek ticarette gerekse nüfuz açısından birden bire parladı
ve öne çıktı. Leleglerin, Pelasgların, Luvilerin ve Assuvalıların yurtları da Helenleştirilmeye
başlandı.
Yararlanılan Kaynaklar *Avrupa’nın Anası
Anadolu. Helmut Uhling. Telos Yay. İst. *Hamurabi Yasaları ve Babil Günlüğü. Horst Klengel. Çev. Nesrin
Oral. Telos Yayınları. İst. *Tarih Öncesi Ege. Georges Thomson. 1.Cilt *Tarih Öncesi Ege. Georges Thomson.
2.Cilt *Kara Atena. Eski Yunanistan Uydurmacası Nasil İmal Edildi ? Martin Bernal. Çev. Özcan Buze. Kaynak Yayınları. *Eski
Toplum. I.Cilt. Levis Henriy Morgon. Payel Yay. 1987. Çev. Ünsal Oksay. *Eski Toplum. II.Cilt. Levis Henriy Morgon Payel
Yay. 1987. Çev. Ünsal Oksay. *Heradot Tarihi.George Kawllason. Çev. Ömer Rıza Doğruel. Kanat Kitapevi. Tan Matbaası.
1941.İst. *Dikilinin Milli Geçmişi. Dikili Belediyesi Kül. Yay. Eyüp Eriş. |
|